ḳâlû fe'tû bihî `alâ a`yüni-nnâsi le`allehüm yeşhedûn.
Bazıları: "İbrahim denen bir gencin onları diline doladığını duymuştuk" deyince, "O halde bunların şahidlik edebilmeleri için onu halkın gözü önüne getirin" dediler.
ḳâlû eente fe`alte hâẕâ biâlihetinâ yâ ibrâhîm.
İbrahim gelince, ona: "Ey İbrahim, bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?" dediler.
ḳâle bel fe`aleh. kebîruhüm hâẕâ fes'elûhüm in kânû yenṭiḳûn.
İbrahim: "Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun" dedi.
ferace`û ilâ enfüsihim feḳâlû inneküm entümu-żżâlimûn.
Kendi kendilerine: "Doğrusu siz haksızsınız", sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! bunların konuşmayacağını, and olsun ki, bilirsin" dediler.
ŝümme nükisû `alâ ruûsihim. leḳad `alimte mâ hâülâi yenṭiḳûn.
Kendi kendilerine: "Doğrusu siz haksızsınız", sonra kafalarında olan eski inançlarına dönerek: "Ey İbrahim! bunların konuşmayacağını, and olsun ki, bilirsin" dediler.
ḳâle efeta`büdûne min dûni-llâhi mâ lâ yenfe`uküm şey'ev velâ yeḍurruküm.
İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi.
üffil leküm velimâ ta`büdûne min dûni-llâh. efelâ ta`ḳilûn.
İbrahim: "O halde, Allah'ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara ne diye taparsınız? Size de, Allah'ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun! Akletmiyor musunuz?" dedi.
ḳâlû ḥarriḳûhü venṣurû âliheteküm in küntüm fâ`ilîn.
Onlar: "Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin" dediler.
ḳulnâ yâ nâru kûnî berdev veselâmen `alâ ibrâhîm.
Biz: "Ey ateş! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol" dedik.
veerâdû bihî keyden fece`alnâhümü-l'aḫserîn.
Ona düzen kurmak istediler, fakat Biz onları hüsrana uğrattık.